Ülke ekonomimiz içersinde önemli bir büyüklüğe sahip ve milli gelirin % 8.4’ünü karşılayan tarım sektörünün ihracattaki payı da % 10.7’dir. Türkiye, son 10 yılda yıllık tarımsal üretim hacmini 23 milyardan 62 milyar USD’nin üzerine çıkararak dünyanın 7. büyük tarımsal üretim değerine ulaşmıştır. Çok sayıda üründeki üstünlüğüyle dünyanın en büyük tarım ülkelerinden biri haline gelen Türkiye, son 3 yılda bu rakamlarla aynı zamanda Avrupa’da da 1. sıraya yükselmiş durumdadır [1].
GÜBRE HAKKINDA KISACA
Yazıda Neler Var?
Gübreler, tarımsal üretim sonucu topraktan eksilen bitki besin maddelerini tekrar toprağa kazandıran ve toprağın verimadde kaynakları durumuna göre değişen ölçeklerde ulusal gübre endüstrilerini kurmuşlardır [2]. gücünü artıran maddelerdir. Gübreler, tarımsal üretimi artırmanın yanı sıra gıda kalitesini de yükseltmenin en etkin araçlarındandır. Diğer tarımsal girdilerle karşılaştırıldığında gübreler, tek başına %40’ın üzerinde verim artışı sağlayarak dünya gıda güvenliğine, yaşam standardının yükseltilmesine ve açlıkla mücadeleye çok önemli katkılarda bulunmaktadır. Hızla artan dünya nüfusu ve değişen beslenme alışkanlıklarının yarattığı gıda maddeleri gereksinimindeki artış ve kişi başına düşen ekilebilir alanların azalması, birim alandan daha fazla bitkisel üretimi gerektirdiğinden gübrelerin bugün olduğu gibi gelecekte de sürdürülebilir tarımın en önemli girdilerinden biri olması kaçınılmazdır. Bugün birçok ülke, uzun vadeli çıkarlarını dikkate alarak ihtiyaçları veya hammadde kaynakları durumuna göre değişen ölçeklerde ulusal gübre endüstrilerini kurmuşlardır [2].
“Gübre Sanayii” Birleşmiş Milletlerce kabul edilen “Bütün ekonomik Faaliyetlerin Uluslararası Standart Sanayii Tasnifi ve Endekslenmesi” (ISIC)nde İmalat Sektörü içerisinde ve III/d Kimya Sanayii Grubunda yer almaktadır. Gübre Sektörüne giren mallar, gübreler ve gübre hammadde ve ara maddeleri olmak üzere iki grupta toplanabilir. Gübreler aynı zamanda gübre ara maddesi olarak da kullanılmaktadır. Yaygın olarak kullanılan gübrelerin isimleri ve bitki besin maddesi (BBM) içerikleri Tablo1’de verilmiştir [3].
Ülkemizde 1985-2008 yılları arasında kimyasal gübre üretimi, fiziki toplam olarak 2.961-3.811 milyon ton arasında değiserek ortalama 3.342 milyon ton, etkili bitki besin maddesi (BBM) ilkesine göre ise 1.110-1.430 milyon ton arasında değişerek ortalama 1.255 milyon ton olarak gerçekleşmiştir. Gübre üretimimiz VI. Plan Dönemi (PD)’ nden itibaren sürekli azalmış ve 2008 yılında bu döneme göre azalma oranı %22 olmuştur. Kimyasal gübre sanayimizin toplam üretim kapasitesi, gübre tüketimimizin %90’ından fazlasını karşılayabilecek düzeyde olmasına karsın, çeşitli nedenlerle fabrikaların tam kapasite ile çalışamaması sonucu gübre tüketimimizin ancak %60 kadarı üretimle karşılanmaktadır. Gübre Sektöründe faaliyet gösteren kuruluşlar; ana faaliyet konusu gübre olan üretici kuruluşlar, yan ürün olarak gübre veya ham madde/ara madde üreten kuruluşlar, ham madde dağıtıcı kuruluşlar ve gübre dağıtıcı kuruluşlar olarak dört ana gruba ayrılmaktadır. Sektörde yer alan kamuya ait kuruluşların, Tügsas’ ın bağlı ortaklığı Gemlik Gübre ve Samsun Gübre ile İGSAŞ özelleştirilmesi 2005 yılında tamamlanmış ve kamunun üretici olarak varlığı sona ermiştir [3].
SEKTÖRDE İSTİHDAM
1995 yılı başında 7462 olan çalışan sayısı beş yıl içerisinde %22 azalarak 1999 yılı sonunda 5791 kişiye inmiştir. Toros Mersin, Bagfaş ve Ege istihdamında sırasıyla yüzde 11, 3 ve 6 artışlar olurken, Gübretaş, İgsaş, Toros Ceyhan ve Tügsaş istihdamı sırasıyla yüzde 21, 13, 11 ve 30 azalmıştır. Toplamda ortaya çıkan daralmanın sebebi çoğunlukla kamuya ait Tügsaş’daki fazla istihdamın azalmasıdır. Bu kuruluşta istihdam fazlalığı devam etmektedir. En yenisinin 20 yılı aşan bir geçmişi olan üretici kuruluşlar kendi elemanlarını yetiştirerek niteliklerini ihtiyaca cevap verecek seviyeye getirmişlerdir. İşgücü maliyeti diğer sektörlere göre yüksek, işgücü verimliliği ise özellikle kamu kuruluşlarında düşüktür.
ÜLKEMİZ VE TARIM
Ülkemizde iklim ve toprak bakımından zengin
olmasına rağmen özellikle 1980 li yıllarda Tarım Ülkesi olmayı küçümsenir bir
haldeydi. Hatta bazı anlayışlar “Avrupanın Çobanımı Olacağız Bahçıvanı mı?”
diyerek tarım ülkesi olmayı utanç meselesi haline getirdi. Bu anlayışlara göre
kalkınmamızım tek yolu sanayileşmeydi. Soğan, patates yerine silah, otomobil
üretmeliydik. Verimli ovalarımızın üzerine sanayi tesisleri kurduk. Hiçbir
maddi gücün alamayacağı doğayı katlettik. Sahip olduğumuz tarım potansiyelini
değerlendirip kırsalı kalkındırmak yerine köyden kente göçü teşvik ederek
kentleri de yaşanmaz hale getirdik. Özellikle endemik bitki örtümüze ve yerli
tohumlarımıza yeteri kadar sahip çıkamadık. Bir zamanlar Fındık, incir, üzüm,
kaysı, kiraz, ayva, üretiminde Türkiye dünya birinciliğini elde etmiştir.
Gelişen ve değişen koşulları bahane ederek dünyadaki büyük tohum ve gübre
kartellerine çiftçimizi mecbur bıraktık. TÜİK, “2009 nüfus sayımı
istatistiklerine göre, toplam nüfusun yüzde 75,5’i (54.807.219 kişi) il ve ilçe
merkezlerinde ikamet ederken, yüzde 24,5’i (17.754.093 kişi) belde ve köylerde
ikamet etmektedir.” diyor. Yani bu demek oluyor ki bu nüfusu besleyecek,
üretecek, nefes aldıracak çiftçimizde çok az sayıdadır.
Halbuki her ülkede ilk stratejik sektör tarım ve hayvancılıktır. Hatta dünya
ülkelerinin hassas ihtiyaçları arasındadır. Bu konu üzerinde önemli
çalışmaların yapılması gerekmektedir. Küçük çiftçiler yok olurken bu işi de
büyük ölçekli firmalar devralmaya başladı. Özellikle yurt dışından da bu
sektöre sermaye sahipleri yatırım yapmaktadır. Girişimci arkadaşlarımıza
teşvikleri gözden geçirmeleri ve topraksız tarım konusunda da yapılmış
çalışmaları incelemelerini öneririm.