Soru: Muhtemelen bir çoğunuzun bilip geçtiği fakat benim üzerinde takılmış olduğum, hatta bir mesele haline getirdiğim bir konu üzerinde durmak istiyorum.
Bildiğimiz gibi ilk incelendiği dönemlerde işlevi tam olarak bilinememkle birlikte, başlarda kanı soğuttuğu fikri ile günümüze kadar gelerek organizmanın temel özü olduğunu bilmdiğimiz beyin, duygularımızı ve hislerimizi bize yaşatmakla da mükellef.
Açlık hissimizden korkuya kadar ve hatta rüyamızda gördüğümüz, gerçek sandığımız ve tıpkı gerçek gibi yaşadığımız deneyimlerimizi sadece beynimizin içinde yaşıyoruzdur aslında. Burnumuzdan içeri giren küçük zerrecikler ancak burnumuza girdiği zaman ”Koku algısına” dönüşüyor. Gördüğümüz görüntüler bile doğrudan beyne yapılan bir müdahale ile anında yaşatılabilir.
Bir bakıma beyin, içinde büyük bir tiyatro yaratıyor dışarıdan alınan verilere göre.
Konuya dalmak gerekise, son günlerde aklımı çokça meşgul ettiğini fark ettiğim, bağlılılık ve sevgi gibi duyguların sadece beyindeki fizyolojik değişimlerden ibaret oluşunu bilmek. Sevgi beslediğim insanlar sanki bana beynim tarafından hoş gösteriliyormuş gibi hissediyorum. Aslında artık hissediyorum demeyi bile gerekli görmüyorum. Öyle olduğunu biliyorum diyelim. Bunun farkında oluşum beni mutsuz ve huzursuz bir havaya sokuyor.
Ve özellikle ”capgras sendromu” adıyla bilinen sendrom. Bu sendroma yakalanan Birey, annesine baktığı zaman duygusal veriyi işleyemediği için ”bu anneme benzeyen başka bir kadın” gibi bir yorum yapabilir. Özetle, göz yaşları döktüğünüz bir insanı, iki dakika içinde boş bir odaya bakmakla eş bir duygu salınımı yaşamanız fiziksel değişimler ile son derece mümkün.
Tüm bunların üzerine artık sevgiye, birlikteliğe ve içimdeki sadık duygulara inanışım zayıflıyor. Hatta değer verdiğim insanları aklımda tahayyül ettiğimde bile bu hoş hislerin beynin bir algısı, evriminde bir gerekliliği üzerine kurulmuş devreler olduğu aklıma geliyor. Son zamanlarda her ”sevgi” hissettiğim an, sarıldığımda, dertleştiğimde, yardımlaştığımda, aşık olduğumda bu düşüncelerin aklımdan geçtiğini fark ettim. ”Sevgi” hissi arttıkça, bu düşünceler beni daha çok depresif bir havaya sokacak düzeye erişti. Lafın kısası, bunun üzerinde bayağı bir kafa patlattım diyebilirim.
Bana açıklayabilir misiniz; önümde baktığım pet şişe ile değer verdiğim bir insana baktığımda aradaki farkı yaratan, var eden beynim, Aynı zamanda bunu bilmemi sağlayarak kendi kendini sekteye uğratmıyor mu ?
Yahut sadece bana mı tüm bu işleyiş dehşet verici geliyor ?
Kandırılmışlık ve boşa kürek çekmişlik hissini veriyor ?
Veya her sevdiğim insana baktığımda bana üzüntü veriyor ?
Kolunuza giren bir şırınganın sizi mutlu edebiliyor olması gerçeği, doğal olarak rahatsız etmiyor mu sizleri ?
Etobur bir hayvan olan aslanın çikolatayı lezzetsiz algılaması gibi, Bizim ”seviyor” olmamız da bir ”algıdır”. ”Gerçek üzerinde etkisi olmayandır”. En nihayetinde.
Cevap: Öncelikle ilk aklıma West world adında ki dizi geldi…(spoiler içerir)
bir grup yapay zeka var… insan gibi yaşayıp, sevip, acı çekiyorlar… sonra ‘yapay’ olduklarını farkedip kendilerini yapanlara isyan ediyorlar… bu arada kimisi acılarından ve sevgilerinden kurtulmayı tercih ediyor, kimisi bu duyguların ‘yapay’ olmadığını düşünüp bu şekilde hissetmeye devam etmeyi tercih ediyorlar…
Gördüğüm kadarıyla bilimin “nasılını” öğrenen genç arkadaşlar bu yalın bilgiyi yorumlamakta sıkıntı çekiyorlar..
sonuçta zihinlerimizin teknik datalarla dolmuş olmasının “olan biteni” anlamamıza yeteceğini, yettiğini düşünüyorlar..
bu noktada eksik olan şey ise sanırım felsefi yaklaşım..
aslında insanın varoluşsal sıkıntıları “neden” sorusundan gelir.. ve bu soru da felsefenin konusudur.. (Bu yüzden bu konuyu felsefe etiketinde listeleyeceğim, bu soru bilimsel değil felsefi bir soru)
yani siz nasılın bilgisini felsefenin katkısı olmadan yorumlarsanız nedene ulaştığınız yanılgısına düşersiniz..
hem buradaki soru özgür irade başlığı altında yüzyıllardır tartışılıyor aslında..
kısaca değinmek gerekirse,
karar veren beynin son anlarındaki bio-nörokimyasal veriye odaklanınca o süreci hazırlayan şeyin aslında “bizim hayatımız” olduğunu es geçmeyelim..
tıpkı tabletten izlenen bir filmin sadece o tabletin bir ürünü olduğunu varsaymak gibi bir yanılgıya düşmeyelim..
o görüntünün arkasındaki sonsuz verinin işlenişini es geçip sadece son aşamaya odaklanmak bireysel bir duruş..
ben bu bakış açısını varoluşsal sorgulamanın bir aşaması olarak görüyorum..
gençler için bir dönem “cool” görünebilir ama kalıcı değil.. (zaten gün gelir, cool görünmenin de aslında hiç te cool olmadığının farkına varırsınız) 😂
zaman içinde bilimsel bilginin yanına felsefi olan da gelir ve ikisi harmanlanır..
sonuçta anlamsızlığın tek yanıtının aslında içini doldurmakta olduğumuz “kendi” hayatlarımız olduğunu anlarız.. ve mutluluk değilse bile huzur gelir..